Türk
sosyolojisi, yüz yılı aşan tarihî birikime sahiptir. 19. yüzyılda Avrupa’da
ortaya çıkan sosyoloji bilimi, aynı yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı
İmparatorluğu’nda da etkili olmaya başlamıştır. Sosyolojinin Osmanlı’ya
aktarılması ve Cumhuriyet sonrası dönemde Türkiye’deki varlığı siyasî
gelişmelere bağlı olarak gerçekleşmiştir. Osmanlı’nın son dönemlerinde
Fransa’da bulunan aydınlar, orada gördükleri sosyoloji bilimini Osmanlı’nın
toplumsal sorunlarına uyarlamak için oldukça büyük gayretler göstermişlerdir.
Temel amaçları Osmanlı İmparatorluğu’nu kurtarmak olan aydınlar, sosyoloji
bilimini siyasî amaçları doğrultusunda kullanmaya başlamışlardır.
Siyasî
sebeplerden dolayı Osmanlı’ya aktarılan sosyoloji biliminin Avrupa’daki farklı
anlayışları, eş zamanlı olarak Türkiye’de de etkili olmaya başlamıştır.
Cumhuriyet döneminde de sosyoloji ve siyaset sürekli birbirleri ile sıkı bir
ilişki içinde ilerlemiştir. Siyaset ve sosyoloji arasındaki ilişkiyi gösterme
adına birkaç noktaya değinmek yeterli olacaktır: Siyasî kadrolara yakın olan
Ziya Gökalp’ın sosyoloji anlayışının, siyaseten yenik düşen Prens Sabahattin’in
sosyoloji anlayışına karşı ön plana çıkması. 1948 yılında Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi’nde yaşanan tasfiye. Askerî darbelerin sosyoloji alanındaki
gelişmelere etkisi, yine bir askerî darbe sonrası yürürlüğe giren Yüksek
Öğretim Kurulu ile birlikte sosyoloji bölümlerinin sayısında yaşanan artış.
2007 yılında hükümet politikası sonucu tüm illere üniversite kurulması ve bu
üniversitelerin pek çoğunda sosyoloji bölümlerinin yer alması ve pek çok önemli
sosyoloğun direkt siyasete atılması (Alan, 2015), Türkiye’de siyaset ve
sosyolojinin sürekli birbirleriyle ilişki içinde ilerlediklerini
göstermektedir.
Sosyoloji
biliminin Türkiye’deki serüveninde dikkat çeken önemli bir nokta, siyaset ile
olan ilişkisi iken; diğer önemli nokta yüz yıllık birikime tanık olan İstanbul
sosyoloji geleneğidir. Ziya Gökalp tarafından 1914 yılında kurulan İstanbul
sosyoloji kürsüsü, sosyolojinin Türkiye’deki serüvenine tanık olmuş ve bu yüz
yıllık süre zarfında, bir geleneğin oluşmasına da imkân tanımıştır. Gökalp’tan
sonra bu kürsünün ikinci kurucusu olarak kabul edilen Hilmi Ziya Ülken,
İstanbul sosyoloji geleneğinin oluşmasında önemli bir etkiye sahiptir.
Ülken’den sonra Nurettin Şazi Kösemihal ve Cahit Tanyol’un himayesinde
varlığını sürdüren sosyoloji kürsüsü, Baykan Sezer ile yeni bir aşamaya geçmiş
ve bu geleneğin yeni bir boyut kazanmasına imkân sağlamıştır. Sezer’den sonra
ise bu geleneğin sürmesi ve yeni bir boyut kazanması Korkut Tuna’ya çok şey
borçludur. Bu kısa girizgâhtan sonra, Türk sosyoloji tarihinin yüz yıllık
serüveninde dikkat çeken noktalara değinilecek, sonrasında ise İstanbul
sosyoloji ekolünün temel özellikleri belirtilerek Ankara ekolü ile olan
farklılıklarına değinilecektir. Devamında; ekolün önemli temsilcilerinden olan
Hilmi Ziya Ülken, Baykan Sezer ve Korkut Tuna örnekleri incelenecektir.
Devamı için aşağıdaki bağlantılara tıklayabilirsiniz.AcademiaEdu
Açık Erişim